1699 yılında İstanbul'da Eğrikapı çöplüğünde dolaşan baldırı çıplak takımından bir adam yuvarlak bir taş bulur. Cam zannettiği bu taşı, kaşıkçıya giderek üç tahta kaşığa değişir. Kaşıkçı Elması'nın adı da buradan gelir. Kaşıkçı götürür, bu taşı bir kuyumcuya 10 akçeye satar. Kuyumcu taşı arkadaşlarından birine gösterir; kıymetli bir elmas olduğu anlaşılınca beriki sus payı ister, aralarında kavga çıkar. Mesele Padişaha akseder. Dördüncü Mehmet bir Hattı Hümayun ile elması Sarayı Hümayuna getirtir ve saray elmastıraşına verilir. Eğrikapı çöplüğünde bulunan taş işlenince meydana 86 karatlık nadide bir elmas çıkar.
Bu aslında
bir çöp hikâyesidir. Bilinenin aksine bünyesinde hep kötü materyaller
barındırmaz çöp. Kimi zaman bir evsizi doyurur, kimi zaman bir eve yemek
girmesini sağlar. Her memleketin, her şehrin hatta her semtin farklıdır çöpleri
birbirinden. İstanbul’da farklıdır semtler. Yaşayış tarzları, içinde yaşayan
insanlar, o insanların gelir durumları farklıdır işte. Balat ile Bebek, Üsküdar
ile Nişantaşı, Ataşehir ile Beykoz… Farklıdır, fark eder insan zaten her
detaydan, hatta daha da inse detaya, bir baksa zamanı geldiğinde iğrenerek
baktığı çöplere… Bakmaz ama işte iğrenir, tiksinir, hatta onları, orayı
kendisinin getirdiği gerçeğini kabullenmez bir türlü. Dedim ya farklıdır
semtler ve o semtlerin çöpleri. Balat’ta insanlar tiksinmez çöpten, hayatlarının
bir parçası olmuştur zaten. Çöpte eski kıyafetler olmaz pek çünkü bulunur hep
onları giyecek biri. Birde çöpte yemek artığı bulamazsınız pek Balat'ta.
Bulamazsınız çünkü mahallenin asıl sahipleri zaten parsellemişlerdir çöpleri.
Yemek yemeye giderlerken selam verir size Balat’ın kedileri... Bilirler tanırlar
yerli mi yoksa turist mi olduğunuzu. Bebek’te
daha farklıdır çöpler; derli topludur. Pek rahatsız etmez sizi birçok insanın
alamadığı, evine sokamadığı eşyalar çöptedir Bebek’te. Sarıyer sahilde deniz
kenarında otururken, karınca gibi insanlar çalışır önünüzde, yanınızda,
arkanızda. Çöp toplar onlar… Kağıt, pet şişe, teneke kutu hepsi onlar için
ekmek parası demektir. Salih ekmeğini çöpten çıkaranlardan sadece biriydi. 56
yaşındaymış, işsizmiş, beş çocuğu varmış. Ona zor gelmiyormuş artık bu işi
yapmak. Önceleri yapamamış memleketten ilk geldiğinde utanmış. Memlekette
çiftçiymiş, amcasının tarlasını eker biçermiş. "Taşı toprağı altın İstanbul bizi
de kabul eder, yaşar gideriz" demiş ve her şeyi bırakıp gelmiş buraya. "Nasıl
zor muydu Urfa’dan sonra İstanbul?" sorusuna; "Ne kolay ki beş çocuk başımızda
bir de İstanbul, bir de hayat şartları büktü belimizi... Değilmiş işte değilmiş, taşı
toprağı altın değilmiş İstanbul’un." diyerek cevaplıyor. Diğerleri gibi kağıt,
karton, pet şişe ile tıksa basa dolu arabasını ilerleyen yaşına inatla hızlı
hızlı çekip gözden kayboluyor. O gitmeliydi, hızlı gitmeliydi çünkü evde ekmek
bekleyen beş boğaz var. Hayat ona diğerlerine davrandığı kadar adil davranmıyor
işte…Beykoz’da çöpler farksızdır
diğerlerinden ama bir nüans vardır arada. Anadolu Hisarı yolu üzerinde restoran ve kafelerin
de olması sebebiyle çöpler genelde yemek
artıkları, yemek kapları, kullanılmış yağ tenekeleri ile doludur ağzına kadar.
Hayvan dostlarımız için birebir cennettir işte burası.Otağ tepe yolu ıssız, bir
o kadar da güzeldir. Yalnızlığını hatırlatır insana. Orada ara ara
serpiştirilmiş evler yol kenarlarına konulmuş çöpler vardır. Oradaki çöpler de
yalnızdır aynı insanlar gibi. Diğer çöpler mahalle aralarında birbirlerinin
kollarına girmiş dedikodu yaparken onlar yalnız kalmışlardır içindekilerle.
Boğaziçi Üniversitesinden Sarıyer sahile inerken de böyledir bu oradaki
çöplerde yalnızdır. Aslında çok benzerler birbirlerine, Üniversitesinden olanca
haşmetiyle Fatih Sultan Mehmet Köprüsü bağlar onları. Biri Anadolu biri Avrupa
yakasında birbirlerinden kilometrelerce uzakta benzer kaderleri yaşarlar
birbirlerinden habersiz. İsimleri aynıdır içindekiler farklı olsa da…
Herkesin yeri gelip yanına yaklaşmaya korktuğu fakat oluşmasında mutlaka
parmakları olduğu yer; kısaca çöptür işte adı. Kaderleri farklı isimsiz
kahramanlar….
0 yorum:
Yorum Gönder