Koku: Bir Katilin Hikâyesi

Bir koku ne kadar dayanılmaz olabilir ki?

Her ay birbirinden başarılı yapımları mercek altına aldığımız “Film Analiz” köşemizin bu ayki konuğu 2006 yapımı "Koku: Bir Katilin Hikâyesi” filmi.
Bu yapımın yönetmenliğini, “Koş Lola Koş” , ”Bulut Atlası” gibi yapımlardan hatırladığımız Tom Tykwer üstleniyor. Film aynı zamanda kitaptan sinemaya uyarlanmasıyla da oldukça ilgi çekiyor. Neden mi? Çünkü “Sinema mı, edebiyat mı?” sorusunun zihinlerde yankılanmasının ayaklı kanıtıdır. Başarılı gişe yapmış ya da yapmamış tüm uyarlamaların ardından zihinlerde oluşması kaçınılmaz olan bir sorudur bu.
Patrick Süskind'in edebiyat dünyasına bomba gibi düşen romanı "Koku"nun, uzun yıllar sinemaya uyarlanabilirliğinin tartışılması da işte tam da bu yüzdendir. Kitap elinize her aldığınızda her bir sayfasında ayrı bir kokunun aroması ile size ayrı ayrı diyarlara götürürken beyaz perdede insanlara bunu hissettirmek kolay değildir.


Patrick Süskind'in kitabında ön plana çıkardığı nokta asıl belirleyici olanın koku alma duyumuz olduğudur. Fakat filmi izlediğinizde ise tam tersi bir durum söz konusudur. Tom Tykwer'ın görüntüye takılıp kalmış olan yönetmenliği, kitaba tam bir tezat oluşturuyor. Grenouille'in kurbanları olan kızlardan, kokuları nedeni ile nasıl etkilendiği kitaptan satır satır burnumuza ulaşan bir durum iken, filmde kokularından ziyade daha çok güzellikleri nedeni ile seçilmiş oldukları izlenimi yaratılıyor.
Yapımcılığının Bernd Eichinger, senaristliğinin Patrick Süskind (eser), Andrew Birkin, Bernd Eichinger ve Tom Tykwer’in ortaklaşa yürüttüğü proje zevkler farklı olsa da kimilerine göre kült filmler kategorisine sokulacak kadar iddialı.
Kitabı okumayan, asıl anlatılan ve üzerinde durulan noktaları bilmeyen izleyicinin tatmin olabileceği unsurları da içinde barındırıyor film. Ama siz de romanı okuyan o kitlenin içinde bulunuyorsanız ve görmek istediğiniz şey romanın sayfalarını teker teker geride bırakırken burnunuzun ucunda her daim duran o kokuyu ve zihninizde belirmiş görüntülerse beklentilerinizi yüksek tutmamanızı öneririz.
Filmi izlerken içten içe Grenouille'ye kızarken terk edilmişliği, acımasızlığı ve ruhsuzluğu sadece bu ufak çocuğun omuzlarına bırakılmasına da acıyorsunuz. Ama ne yazık ki kendi vücut kokusunun olmadığını fark ettiği anda ki çaresizliği onun yaptığı tüm o acımasızlıkları haklı çıkarmıyor.
Kimilerinin çok sevip yere göğe koyamadığı,  kimilerinin ise yerden yere vurduğu bu farklı yapımın bir de detaylıca konusuna bir bakalım.
Filmde olaylar 18. Yüzyıl’da Fransa'da geçmektedir. Sefalet, açlık ve pislik içerisinde yüzen Paris halkından alınan kesitlerle başlar. Jean-Baptiste Grenouille bir balık satıcısı kadının oğlu olarak tezgâh arkasında çöplerin arasında doğar. Annesi ölü doğumlar konusunda sabıkalı olduğu için onu da ölecek sanarak çöplerin arasına atmıştır. Lakin o tüm o pisliğe rağmen yaşar. Annesini şikâyet edilir ve idamına hükmedilir. Böylece onun hayattaki ilk kurbanı annesi olacaktır. Yetimhanede büyür ve zor bir çocukluk geçirir. Arkadaşı yoktur ve diğer çocuklar bir şekilde ondan korkar. Çünkü onun çok güçlü koku alma yeteneği vardır.
Gençlik döneminde tabakhanede çalışmaya başlayan Jean, şehre indiği günlerden birinde güzel bir genç kızın kokusunun büyüsüne kapılır ve onu takip eder. Bir süre sonra kıza ulaştığında kız korkar ve çığlık atar. Çevrenin onu duymasından endişelenen Jean da panik içinde onun ağzını elleriyle kapar. Ne var ki bu durum kızın boğularak ölmesine yol açacaktır. Jean burada kızın her yerini koklayarak güzelliğin ve ölümün kokusunu içine bir güzel sindirir.
Paris’in o dönemki parfüm endüstrisi liderlerinden Giuseppe Baldini diğer üreticilerle rekabet içindedir. Jean onun dükkânını görmüş ve bu koku imparatorluğuna hayran kalmıştır. Bir gün tabaklanmış derileri Baldini'ye getiren Jean ona Paris'in en iyi burnunun kendisi olduğunu söyler. Baldini önce inanmaz hatta onu biraz da aşağılar ancak Jean rakip üreticinin parfümünü kısa bir sürede üretince şaşırır. Bir süre sonra Jean mükemmel kokular üreterek yanında çalışmaya başlar.
Ancak Jean'ın artık tek bir amacı vardır. Her şeyin kokusunu esir edebilmek. Baldini'den bunu ona öğretmesini ister. Güllerden imbiklerle koku üretimini gören Jean her şeyin kokusunu bu sayede çıkarabileceğini düşünür. Lakin işler umduğu gibi gitmez. İmbikte kaynatıp damıtmayı denediği cam ve Baldini’nin kedisinin kokusunu alamaz. Baldini o sırada ona koku konusunda efsaneyle karışık bilgiler vermiştir. 12 ana kokudan, bunların vereceği hissiyattan ve birleşecekleri 13. koku ile oluşturacakları mükemmeliyetten bahsetmektedir. Bu konuşma Jean'a yeni amacını gösterir: güzelliğin kokusunu yakalamak.
Baldini'nin yanında onun teknikleri ile bu kokuları elde edemeyeceğini anlayan Jean ondan Grasse'deki çiçekleme tekniğini öğrenir ve oraya gitmek üzere yola çıkar. Grasse'de çalışmaya başlayan Jean için ilk deneyini yapma vakti gelmiştir. Bulduğu ilk kadını içine attığı imbikten de herhangi bir koku elde edemez. Bunun üzerine tekniğini değiştirir ve onları önce hayvansal yağla kaplar sonra da bu yağı damıtma yoluna gider. İkinci cinayeti sonrası ise sonunda tekniği verimini verir. İnsanın kokusunu elde etmiştir. Artık sıra o 12 şişeyi tamamlamaktadır.
Cinayetler ardı ardına işlenir. Bu arada kent halkında da panik başlar. Kentin önde gelen kişilerinden Antoine Richis'in kızı Laure Jean'ın yeni gözdesidir. On üçüncü şişe için onun güzelliğini seçer. On iki cinayet tamamlanınca bulunan yanlış katiller ile Jean işini rahatlıkla yapmaktadır. Ancak sıra Laura'ya gelince babası bir şekilde kızının başına geleceği hissetmiş ve onu şehir dışına kaçırmıştır.
Jean için şehir dışı da olsa Laura’yı bulmak zor olmaz. İstenmeyen ama beklenen olur ve Laura da damıtılmış 13. şişede yerini alır. Aynı anda Jean'ın çalıştığı eski yerde eski kurbanlara ait giysi ve saçlar bulunmuştur. Son olarak yapılacak tek şey onu yakalayıp cezasını vermektir.
Jean iksiri tamamladığı anda yakalanır. İşkence ve ölüme mahkûm edilir. Şehir meydanında işkence platformu hazırlanır. Meydana gelen Jean iksirini sürdüğü an bir anda öfkeli kalabalık yerini bir sevgi kalabalığına bırakır. Laura'nın babası dahi onu affeder. Koku gücünü göstermiştir. Ve o öfkeli kalabalığın arasından burnu bile kanamadan sevgi çığlıkları ile ayrılır.
Ancak sonunda Jean yalnızdır. Paris'e geri döner, kokuyu üzerine boca eder ve halkın sevgi dolu saldırıları arasında yok olur gider.
İzlerken hem kızdığınız hem de üzüldüğünüz bu filmde çokça emek olduğu ise yadsınamaz. Önce bir katilin, sonra bir sapığın, sonra bir sanatçının, bir aşığın ve son olarak da bir aptalın hikayesidir. 7.7 lik bir IMDB puanına sahip olan bu film sevseniz de sevmeseniz de kesinlikle övgüye layıktır. Oyunculuklardan tutunda müziklere kadar her şeyi mükemmel; dönemin kıyafet ve aksesuar seçimleri ise tek kelimeyle müthiş.

Son Bond filminden Q rolüyle hatırlayacağımız Ben Whishaw ise karakter oyunculuğunda harikalar yaratmış. Dememiz odur ki eğer bu filmi hala izlemediyseniz sınavlarınız, projeleriniz başlamadan açın ve izleyin pişman olmayacaksınız. İyi seyirler.

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Wikipedia

Arama sonuçları

Translate

AddThis