Oğuz Haksever: “Klişe melek kılığına girmiş şeytandır”




1957’de Gaziantep’te doğan ilk ve orta öğrenimini Ankara’da bitiren Oğuz Haksever; 1974 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme Fakültesi’ne girdi. 1979 yılında TRT’nin yaptığı sınavı kazanarak TRT Haber Dairesi Başkanlığı’nda muhabirliğe başladı. TRT’deki görevleri sırasında Irak’taki Körfez Savaşı’nı ve Yugoslavya İç Savaşı’nı muhabir olarak izleyip seyircilere ve radyo dinleyicilerine aktardı.1991’den sonra özel televizyonlarda; sırasıyla Show Tv, Kanal 6 ve ATV haber merkezlerinde muhabir, editör ve sunucu olarak çalıştı. Bu kanalların haber merkezlerinin kuruluşlarında görev aldı.2000 yılında çalışmaya başladığı NTV’de Haber Müdürlüğü, Haber Koordinatörlüğü yaptı. Kitleleri etkilediği ‘O’ an başlığı altında haber fotoğraflarını yorumladığı ”Ve İnsan”  programını 7 yıl boyunca; 2003-2010 yılları arasında aralıksız hazırlayıp ekrana getirdi. ’O’ an adıyla iki kitap yayımladı. Haksever halen NTV Radyo ve Kral FM’de Gazeteci Mehmet Barlas’la birlikte “Makam Farkı “ adlı müzik programını da hazırlayıp sunuyor. Mesleğin duayenlerinden Oğuz Haksever, özellikle Anadolu’daki genç meslektaşları için televizyon haberciliği konusunda atölye çalışmaları yürütüyor, seminerler, konferanslar veriyor.

*Üniversitede İşletme okumanıza rağmen basın alanına yöneldiniz ve haberci oldunuz bu süreç nasıl oldu? Her çocuğun büyüyünce şu olacağım dediği meslek vardır sizinki habercilik miydi?

Benim hayalimdeki meslek ekmek parası kazanma mesleğiydi. Habercilik ilk tercihim değildi. Çünkü maddi olarak zor bir çocukluk geçirdim. Öncelikli hedefim aileme katkı sağlamaktı. Zaten öğrencilik dönemimde de çeşitli işlerde çalıştım. Gazetecilik ilk zamanlar hiç aklımda olmayan bir meslekti. Şöyle ki okulda kompozisyon sınavlarından hep kalan bir öğrenciydim. Ama mesleğe başlarken bunları düzeltmiştim. TRT’nin radyodan duyurduğu bir ilanla bu maceraya atılmış oldum. Burada 2 ay süren çeşitli sınav ve mülakatları da içeren 4-5 aşamalı bir eğitim gördüm.

*Haberciliğe TRT’de başladınız sonrasında Show TV, Kanal 6, ATV ve 2000 yılından beri NTV’desiniz sizi en çok mutlu eden çalışırken en rahat olduğunuz kurum hangisidir?

Aslında genel anlamda çalıştığı hiçbir kurumda sıkıntı yaşamadım. Ama habercilik açısından büyük heyecan yaşadığımız dönem ATV’deki dönemdi. Çünkü rüya gibi bir takıma sahiptik. Müthiş heyecanlıydık haber anlamında. Çok iyi kadromuz vardı. Bir yarış ortamı mevcuttu. Ve bu yarışta başarılı olmanın vermiş olduğu haz vardı.  Biz orada 2 sene boyunca da reytinglerde neredeyse hep birinciydik zaten.

“Fotoğraf yorumlarken uçuyorum”

*Kitlelerin büyük bir kısmı O An’ la sizi tanıyor yani, fotoğrafların arkasındaki sesinizi tanıyor. Fotoğrafa olan ilginiz ne zaman ne şekilde başladı? Fotoğrafları yorumlarken kendinizi direkt fotoğrafın içinde gördüğünüz için mi bu proje bu kadar yankı buldu?

Valla bu bana bir şeyi farklı yaparsan daima bilinir ve tanınırsın dedirtiyor. Bunlardan önce de deprem yayınlarımla insanlar tarafından tanındım. Fotoğrafa gelecek olursak ben sadece plastik sanatlara meraklıyım. Yani görsele meraklıyım aslında. Yoksa iyi fotoğraf çekemem. Benim habercilikte bir dürtüm var. Karenin kenar köşelerini ayrıntılarını da göstermeliyim şeklinde. Fotoğrafları yorumlarken önce yazıp sonra seslendiriyordum. Bu cidden zor bir iş. Çünkü çok kafa patlatıyorsunuz. Her fotoğraf bir diğerinin kalitesinde olmalıdır. Bunu yaparken içimdekini ortaya koyuyordum. Hatta bir dönem uçuyorum galiba diye de düşünmedim değil. Bir panelde bunu dile getirince de bir dinleyici boşver hocam uçmak iyidir demişti bana. Bu iş cidden çok zevkliydi ve geri dönüşü çok güzel oldu. O program çok farklıydı çünkü dünyanın hiçbir yerinde televizyonda bu şekilde bir şey yoktu.

*O An fotoğraflarının kitabını da yaptınız. Fotoğrafları nasıl seçtiniz bir ekip söz konusu muydu? 

Fotoğrafları o zaman ki O An’ların görsel editörü Bahar Ünsal ayıklayıp seçti. Sonra onları NTV Yayınlarına verdik. Onlar da bizden bazı isteklerde bulundular. Bunlar bana göre kesinlikle haklı isteklerdi. Mesela; fotoğrafların belli bir coğrafyayı anlatmak yerine tüm dünyayı anlatması, insanların ortak sorunlarını dile getirmesi gibi…

*Bir dönem National Geographic fotoğraf yarışmasında jürilik yaptığınızı biliyoruz bununla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Halada bu görevi sürdürmekteyim. Jüri olarak ben kendimizi çok başarılı görüyorum. Çünkü dünya bazında birincilik ve ikincillik çıkardık. Ama bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın. Tabi ki başarının asıl sahipleri fotoğrafçılardır. Kesinlikle güçlü bir jüriyiz. Ara Güler’de bizimle birlikte. Fotoğraf çok zevkli bir iş. Meraklıları da çokça var ve bu beni mutlu ediyor.
*Bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de fotoğraf yorumlama, okuma sizinle doruğa ulaştı. Bazı üniversitelerde ders olarak okutulmaya başlandı. Bu durumla ilgili kendinizin güzel bir amaca hizmet ettiğinizi düşünüyor musunuz?
Fotoğrafa olan merakı arttırdığıma dair epey bir geri dönüş aldım. Ayrıca Fotoğrafçılar Derneği’nden de çokça ödül aldım. Bunlar daha da çoğaltılabilir. Bu ödüller çok önemli ve benim özen gösterdiğim ödüllerdir.

“Klişe melek kılığına girmiş şeytandır”

*Habercilik daha kalıpları kuralları olan bir meslek O An’ la birlikte bunu biraz kırdığınızı düşünüyor musunuz?

Farklı değişik işler yaparsan yayıncılıkta klişelerden kurtulursun. Benim bu meslekte en nefret ettiğim şey klişelerdir. Bana göre klişe melek kılığına girmiş şeytandır. Haber yazarken sıkışırsın oda gelir omzuna konuverir sende yazarsın klişeni. Şeytandır o. Bu arada habercilikte sınırları kalıpları var demek doğru değil bana göre. Bu işi farklı yaparsan ayrı bir kapı açarsın oradan da geniş alana yayılabilirsin.

*Yine bir röportajınızda “Promptera pek sağdık kalmam. Promptercıların en gıcık olduğu adam benim.” dediniz. Bunu bize biraz açar mısınız? Haber sunumunda spontane davranmanın zorlukları var mıdır? Varsa nelerdir?

Haberlerin metnine sunmaya başlamadan önce şöyle bir göz gezdiririm her zaman. Promterci arkadaş metni tam önüme koyuyor. Bende bazen spontane davranıp yazılanın aynısını okumayınca nerde kalmıştık nereye devam edecektik filan diye o bocalıyor. Halbuki ben onları hep tembih ediyorum siz istifinizi bozmayın diyorum. Haber sunumunda spontane davranmak bana da zorluk veriyor tabi ki ama alıştım artık buna. Böyle durumların sadece riski var işte. Durup dururken abuksubuk bir şey söyleyebilirsiniz. Mesela: Bu durum Van’da dahi olsak üzüldük gibi talihsiz yorumlar yapılabiliyor. Bu çok tehlikeli bir alan. Kendinden emin olamayan biri asla ama asla promter dışına çıkmamalıdır.

*Mesleğiniz gereği çokça seyahat ettiniz hiç unutamadığınız bir anınız var mıdır?

“Oklahoma  Saldırısı” olayı benim için unutulmazdı. Başbakanı bırakıp oraya gitmiştim. Koca bir ulusun terör saldırısı karşısında duruşu beni çok etkilemişti. Yine o olayda meslek anlamında Amerikalı gazetecilerden pek de eksiğimiz olamadığını fark ettim. Hatta Türkiye’ye haberi geçerken Oklahoma’lı bir kadın bana olayla ilgili bilgi sordu ve oturdum ona anlatmaya başladım. Sonra fark ettim ki o oralıydı ve asıl benim ona sorular sormam olayla ilgili bilgi almam gerekliydi. İşte böyle durumlarda yaşıyoruz.

*Röportajlarınızdan bir tanesinde “ Ben empati hastası bir adamım” bunu bize biraz açar mısınız?

Huyla da alakalı olmakla birlikte bu bana mesleğin kazandırdığı bir durum bu. Türkiye’de kutuplaşma oldukça çoktur. Karşıdaki insan senin bulunduğun sahada değilse kafasının arkasında mutlaka kötü bir niyet var olarak düşünülüyor. Gazetecilik mesleğinde kimsenin doğru veya yanlış söylediği konusunda bir önyargıya kapılmama alışkanlığının oluşması gerekiyor. Sende bir işin içinde yıllarca bu şekilde çalışınca bu sefer hakikaten kendini karşındakinin yerine koyma yetini de geliştiriyorsun.

*İnternet ortamındaki sözlükleri sıkça ziyaret ettiğiniz ve kendiniz hakkındaki entryleri okuduğunuz duymuştuk. Bunun doğruluk derecesi nedir? Olumlu ya da olumsuz eleştiriler sizi ne şekilde etkiliyor?

Sözlük okuduğum doğru ama sürekli kendi hakkımdakileri okumuyorum. Yazılanların çoğunun doğru olduğunu düşünüyorum. Fakat bunların dile getirilişi aşağılayıcı.

“Aslında haber duygunun ta kendisidir”

*Irak savaşı sırasında yaptığınız savaş ve insan programları o dönemde çokça yankı buldu. İnsanların haberciliğin yanında biraz da duygu da aradığı gerçeğini buradan çıkarabilir miyiz?

Evet, Türkiye’deki habercilikte bu durum mevcut. Aslında haber duygunun ta kendisidir. Sen bir haber veririsin ya kızgınlık oluşturursun, ya heyecan oluşturursun ya da yeni bir bilgi sunarsın insanlara.  Bunların içinde zaten duygu vardır. Ama söz konusu olan savaşsa, savaşın insanlar üzerinde etkisi ise orada duyguyu anlatmak gerekir. Çünkü bu da insanlığa verilmiş bir hizmettir.

*Programlarınızda ağırladığınız konuklarınıza adil olacağım, herkese eşit süre vereceğim diye elinizde kronometreli saat ile canlı yayına çıktığınız söyleniyor. Bu konu hakkında neler söyleyeceksiniz?

Evet, yapıyordum ama bıraktım artık bunu. Tabi yanlış anlaşılmasın adaletli olmaya bıraktım demek değil bu. Bıraktım çünkü herkes aynı süre içinde derdini anlatamıyor. Önemli olan insanların görüşlerini, fikirlerini doğru düzgün ve istedikleri şekilde ortaya koymalarıdır. Buna müsaade edilmelidir. Kronometre tutarsan bu olmuyor. Biz adil olduk belki ama insanları rahatlatamadık. O yüzden artık kronometre tutmuyoruz. İnsanların düşüncelerini tam olarak anlatmalarına adilce imkan veriyoruz.  Birde Türkiye’de dil konusunda ciddi sorunlarımız var. İnsanlar dertlerini kısa, öz ve anlaşılır biçimde anlatamıyor
.
*Kendinize ayrılan sürenin bittiğini; "Zaman göstergesi saatte bir tur tamamlanıyor" diyerek bildiren bir sunucusunuz. Bu durumu sizin edebi yönünüzü ortaya çıkardığını söyleyebilir miyiz?

Olabilir tabi. Zaman zaman bunları kullanmaya gayret ediyorum. Aslında haberde edebiyata pek yer verilmez. Ama bunları kullandığım zaman bana gerçekten haz veriyor.

*Mehmet Barlas ile Makam Farkı programını sunuyorsunuz. Bu programda Barlas ile buluşmanız nasıl oldu? Yaptığınız bu program mesleki anlamada sizi tatmin ediyor mu?

Evet, mesleki anlamda tatmin etti çünkü büyük bir zevk bu. Mehmet’le nasıl bir araya geldiğimize gelirsek eğer. İkimizde Türk Sanat Müziğini çok seviyoruz. Karşılıklı arşiv alışverişlerimiz başladı. Onunda buna merakını olduğunu biliyorum tabi. Bir gün onunla sohbet ederken Serap Mutlu Akbulut’u çok seviyorum dedikten sonra Mehmet aaa nasıl olur benimde en sevdiklerimden dedi. Sonra cd’leri filan değiştirirken gel bir program yapalım radyoda dedik ve başladık. Mehmet inanılmaz bir arşive de sahiptir ayrıca. Benim arşivim onunkinin yanında pek bir şey değil.

“Habercilik ciddi bir iştir ve ciddiye de alınmalıdır”

*Son dönemde haber programınızda reji ile olan olay ile gündemdesiniz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Orada yapılacak hiç bir şey yoktu. Dursam bir türlü konuşmasam bir türlüydü. En nihayet arkadaşlara anlatayım madem durumu yayındayken dedim. Kesin sesimi de diyemem ki ekrandayım. Mecburen arkadaşlar bu böyle değildi demek zorunda kaldım. Orada asıl sorun yönetmenin akışı doğru düzgün incelememesi, sunuş başlar başlamaz haber özeti denen şeyin görüntülerini koymasından kaynaklanıyor. Hâlbuki orada önce bir sunuş var ve daha önce kısa kısa bilgiler verip öyle habere geçeceğiz demiştik yayın öncesi. Ama yönetmen haber lafını duyar duymaz haberin görüntüsünü koydu. Ve sonrasında her şey karman çorman oldu. Habercilik ciddi bir iştir ve ciddiye de alınmalıdır.






0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Wikipedia

Arama sonuçları

Translate

AddThis