"Bir insanın ilk işi nedir? Cevap açık, kendisi olmak..." Tevfik Fikret


Dergimizde bu ay tarihi, tarihi olduğu kadar da zevkli yeni bir yolculuğa çıkıyoruz. Her yeni sayımızda elimizden geldiğince edebiyat tarihimizin ustalık derecesine ulaşmış kişilerinin müze yapılmış evlerini sizlerle buluşturacağız. İlk durağımız Aşiyan. Peki, neresi bu Aşiyan nereden gelmiş bu ad gelin birlikte bir bakalım.
Aşiyan,  İstanbul'un Avrupa yakasında, Beşiktaş ilçesine bağlı, İstanbul Boğazı'na bakan bir semttir. Ayrıca "Aşiyan" Farsça bir kelime olup "ev, yuva" anlamına gelmektedir.Evet, gördük ki burası İstanbul Boğazının kıyısında küçük ama bir o kadar şirin bir yuva… Sanıyoruz ki Tevfik Fikret de 9 yıl kadar yaşayacağı, yapımında kendisinin de çalıştığı o güzel yuvasını bu sebeple burada kurmuş. Hepimizin az çok hayatı hakkında fikir sahibi olduğu Fikret’i biraz daha yakından tanımaya ne dersiniz. Kim bilir aramızda bırakın onun bir mimar olduğunu bu kuş yuvasını kendinin tasarladığını bilen bile yoktur belki de. Bilsek bile kaçımız bu mekânı merak edip gezmişizdir diye düşündük ve sizler için Aşiyanı gezdik.

Beşiktaş’tan ulaşımının çok kolay olduğu bu yere otobüslerle çok rahat gidebilirsiniz. Aşiyan durağında indiğinizde, Aşiyan Mezarlığından yukarıya doğru etrafı ağaçlarla çevrili bir yol çıktığını görürsünüz. Dik ve bir o kadar yorucu yolculuğunuzda işte tam burada başlıyor. Mezarlığın kenarından arkanızda masmavi boğazı bırakarak dik yokuşu çıkmaya çalışın. Tabelalar size zaten Aşiyan Müzesi’nin yerini gösterecektir. Yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüşün ardından tüm heybeti ile bu müze sol tarafınızda kalıyor. Ama bitti sanmayın bu muhteşem eve ulaşmak için biraz daha çaba sarf etmeniz gerekiyor. Çünkü karşınıza ilk başta gözünüzü korkutan lakin sonrasında zevkle çıktığınız merdivenler çıkıyor.

Ahmet Haşim’in de dediği gibi;
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...

Tabii ki büyük usta işin edebi yönünü vurgulamış. Siz ağlayarak değil de büyük bir merakla çıkacaksızınız merdivenlerden. Kapısına ulaştığınız anda sizi bir huzur kaplayıverecek. Önünde muhteşem İstanbul Boğazı, etrafınız yemyeşil bir doğa cenneti… Güler yüzlü güvenlik görevlileri, işini hakkıyla yapan müze görevlileri sayesinde hiç unutamayacağınız bir güne hoş geldiniz.
Kapıdan içeri girer girmez salona bir göz gezdireyim derseniz hemen sol tarafta bal mumundan yapılmış Tevfik Fikret’in heykeli selamlar sizi. O kadar gerçekçidir ki dokunsanız canlanacakmış gibi gelir. Tarih kokan bir evin içinde olmanın verdiği heyecana kapılırsınız.
Bahçenin arkasındaki havuzun kenarlarını süsleyen kayaların birinde, şairin kendi eli ile yazıp bir taşçıya oydurduğu mısralar durmaktaydı. Yakup Kadri’nin "kuş kafesine" benzettiği evin mimarı da, dekoratörü de, bahçe düzenleyicisi de, ruhu da hep Tevfik Fikret’tir.
Üst kat ise tamamen Fikret’e ayrılmıştır. Salon bir sergi havasındadır. Duvarlarda asılı tabloların çoğu şairin kendisi tarafından yapılmıştır.

Kimseden bir fayda ummam ben, dilenmem kol kanat,
Kendi boşluk, kendi gök kubbemde kendim gezginim.
Bir eğik baş boyunduruktan ağırdır boynuma;
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.

Yukarıdaki dizeler kendini çok iyi tarif etmektedir. Kendisini çok seven ve anma törenlerinde dahi katılan Mustafa Kemal Atatürk Fikret’in bu dizelerinden alıntılama bile yapmıştır.

Peki, kimdir Tevfik Fikret?

26 Aralık 1867’de İstanbul Kadırga’da dünyaya gelmiştir. Asıl ismi Mehmet Tevfik olan şair annesini küçük yaşta kaybetmiştir. Hayatı sürgünlerde geçen babasını görmeden büyümüştür. Bütün bunların üstüne birde kız kardeşi sarhoş kocası yüzünden dövülerek öldürülünce Tevfik Fikret büsbütün hezeyana uğramıştır. Onun şiirlerindeki karamsarlığın, içine kapanıklığın sebebidir bunlar.

 “Şair, ressam, eğitimci Tevfik Fikret’in düşünsel sığınağı: AŞİYAN”

Burası Tevfik Fikret’in 1906–1915 yılları arasında yaşadığı Bebek’teki üç katlı evidir. Kagir bir zemin kat üzerinde iki ahşap katı olan üç katlı küçük bir ev. Dıştan beş köşeli; yarım altıgen cumbalardan oluşuyor. Evin her yerinden Boğaz’a uzanmak, onunla kucaklaşmak istemiş sanırım şairimiz. Ev, tam Göksu’nun karşısına denk gelen Boğaz’a hâkim konumdadır. Amatör bir mimar olan Tevfik Fikret hayalini kurduğu Aşiyan’ın projesini kendisi çizmiştir. Fikret’in bu evi yapmakla ilgili hayali maddi zorluklardan dolayı 10 yıl gibi bir sürede gerçekleşmiştir. Aksaray’daki evini satıp Aşiyan için anlaştığı müteahhit ise parayı alıp kaçmıştır. İnşaat 1905’te yapıma başlanmış ve bir yılda tamamlanmıştır. 1906’da köşkün yapımı borç harç bitirilmiştir. Tevfik Fikret, Boğaziçi’ne bakan büyük pencerelerle ve binayı saran geniş bir balkonla donattığı Aşiyan’ı çok seviyordu. Ama özenle inşa ettiği köşkte hem ülkenin haline kahrolduğundan hem de evlat hasretinden hastalanmıştır. Ne yazık ki Fikret kendisiyle özdeşleşmiş bu evde sadece 9 yıl yaşayabilmiştir. Köşkün adı olan Aşiyan zamanla semtin adı olmuştur. Bu 3 katlı güzel evde küçük detaylar sizi merak içine sarar. Bodrum katında dışarıdan mağara görünümlü pencerenin adı kendisine saygısından ötürü; “Sokrat'ın Penceresi” olarak nitelendirilmiştir.

Burası günümüzde herkese açık, İstanbul Belediyesi’ne bağlı bir müzedir. Müze hakkında görüştüğümüz ve bize hayli yardımcı olan Marmara Üniversitesi mezunu müze müdürü tarihçi Ata Yersu “Yılda 20 bin ziyaretçiyi aştık. 2012 yılında yaptığımız yeni restorasyonla müzemizi daha da güzelleştirdik. ” diyor.  Bina sık sık onarım geçiriyor. İçte eski halini bir ölçüde koruyan yalnız onun atölyesi. Diğer mekânlarda sergilenen Abdülhak Hamid’in, Şair Nigar Hanım’ın eşyaları da başlı başına görülmeye değer.

Burası nasıl ve ne zaman Aşiyan Müzesi oldu?

Geniş anlamda burası nasıl müze oldu diye bakarsak eğer;
Ölümünden sonra, eşi Nazime hanım bir süre bu evde yalnız oturmuştur. Sonraları, ekonomik zorluklardan dolayı köşkün alt katını kolej öğrencilerine pansiyon olarak kiralamak durumunda kalmış, bu sırada da ilk onarım yapılmıştır. Bunlar dışında zaman zaman eşyalar satılmış ve Amerikan Koleji’nin binayı satın almak istemesi üzerine, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, İstanbul belediyesine başvurarak satın alınıp, bir “Edebiyat-ı Cedide Müzesi” ne dönüştürülmesini önermiştir. Belediye 1940’ da binayı satın almış ve 1945 yılında müze açılmıştır. Açılış öncesi beş yıllık sürede aşiyan’ a ait eşyaların toplanması girişimleri gerçekleştirilmiştir. Fikret’in yazı masası seneler sonra üniversite mahzeninde bulunmuş, karyolası bulunamadığı için benzetilerek yeniden yaptırılmış, sahilden müzeye kadar parke, bir de taş merdiven yapılmıştır. Bahçede taş yollar, tahta parmaklıklar, binanın iç kısmında ise elektrik tesisatı düzenlemelerle, üçüncü tadilat da gerçekleşmiştir.
Müzenin girişinde misafirlerini ağırladığı salon alt katta yemek odası ve mutfak yer almaktadır. Üst katta ise çalışma ve yatak odası bulunmaktadır. Evin dekorasyonunda doğu ile batının izlerinin bir birine karışmış olduğu mistik bir atmosferin izlerini göreceksiniz.

Girişte şömineli bölümde ise babasının hatıraları ile doludur. Yine ilk katta bulunan Edebiyat-ı Cedide odası balmumu heykelinin hemen yanındadır. Yazlık dinlenme odası olarak tasarlanan bölümde, edebiyatçıların fotoğraf ve resimleri bulunuyor. Bu kattaki diğer odalardaysa şair Abdülhak Hamid Tarhan’a ait eşyalar sergileniyor. Üst katta çalışma masası, banyosun ve yatak odası mevcuttur. Yaşamının son anına kadar Fikret yazmayı bırakmamıştır. O, Ağustos 1915 gecesi 48 yaşında iken şeker hastalığından dolayı vefat etmiştir. Hastalığı boyunca Fikret’i yalnız bırakmaya Mihri Müşfik Hanım ölümünü ardından onun maskını yapmıştır. Mihri Hanım aynı zamanda Türkiye’nin ilk kadın ressamıdır.
Fikret’in bin bir emekle yaptığı evinin bahçesine gömülme arzusu ölümünden 46 yıl sonra yerine getirilebilmiştir. 19 Ağustos 1945’te Edebiyatı Cedide Müzesi olarak açılmıştır. Tevfik Fikret’in naaşının evin bahçesine nakledilmesinden sonra Aşiyan Müzesi adını almıştır.

Bu müze tam anlamıyla muhteşem. Evi gezerken ister istemez kendinize; “Böyle bir evim olsa, herhalde hiç çıkmazdım içinden” diyeceksiniz. Yemyeşil doğa muhteşem manzara... İnsanın aklına takılan bir şarkı mısrası... İnerken de çıkarken de ister istemez dilinize aynı şarkı dolanacak. “Aşiyan yollarından ses
versem duyar mısın?” Havaların güzelleştiği şu günlerde etkinlik rehberinize burayı da ekleyin pişman olmayacaksınız.

 (Bu haber e-papirüs dergisi için Yasemin Bozkurt ile birlikte hazırlanmıştır.)

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Wikipedia

Arama sonuçları

Translate

AddThis